KINIK ADI NEREDEN GELİYOR?
Kınık
adı kelime anlamı bakımından, tarihçilere göre “nerede olsa azizdir” anlamına
gelmektedir. İlçe bugünkü adını oğuz Türklerinin Bozoklar kolunun Kınık
boyundan almaktadır.
KINIK COĞRAFYASI
İlçenin Konumu :
Ege Bölgesinin
Kuzeybatısında, Madra Dağları ile Yunt Dağlarının arasında Yunt Dağları
silsilesinden Kara ve Sultan Dağlarının kuzey eteklerinde, Bakırçay Ovasının
güney kıyısında kurulmuştur. Doğusu ve Güneyi Manisa ili Soma İlçesi, Batısı
ile Kuzeyi Bergama ilçeleriyle çevrilmiştir. Denizden yüksekliği ovada 40
metre, yerleşim yerinde 90 metre, en yüksek tepelerinde 1000 metre
civarındadır. Yüzölçümü 436 kilometrekare olup toprak büyüklüğü açısından İzmir
ilçeleri arasında 12. sırada yer alır.
İzmir iline
uzaklığı 120 kilometre, Bergama ilçesine 19 kilometre, Manisa ili Soma ilçesine
uzaklığı 25 kilometredir. Kınık İlçesi Soma ile komşu olduğundan yoğun bir
kamyon trafiği ve yük taşınmasına maruz kalmaktadır. İlçenin karayolu ağı 27
km. olup bunun 21 km.si devlet,6km.si il yolu ve tümü asfalttır.
İklimi:
Ege ve Marmara
Bölgesi iklimlerinin özelliklerini yansıtmaktadır. Yazları sıcak ve kurak,
Sonbahar ve Kış ayları ise ılık ve yağışlı geçmektedir.
Yeryüzü
Şekilleri
•Akarsular/Göller:
Kınık Ovası’nı doğudan batıya geçen Bakırçay Nehri sulamaktadır.
•Dağlar/Ovalar
ve Yaylalar: Güneyde Sultan Dağları, doğusunda Eğnez Dağı; Kınık ve Sucahlı
Ovaları ile Örtülü, Ulubey ve Leylek Yaylaları bulunmaktadır.
Bitki Örtüsü: Kızılçam ve
Meşe türlerinin çoğunlukta olduğu verimli ormanlık araziler, ova ve düzlüklerde
geniş tarım arazileri ve meralar.
Nüfusu ve Özellikleri: İlçenin nüfusu
ADNKS verilerine göre 28.337 kişi olup, nüfus açısından ilimiz ilçeleri
arasında 21.sırada yer almaktadır. Bu nüfusun 11.752’i ilçe merkezinde 16,585 i
belde ve köylerde oturmaktadır. Nüfus Yoğunluğu olarak kilometrekareye 71 kişi
düşmektedir.
KINIK
İDARİ YAPISI
Köylerimizin
çoğunluğu dağlık arazi üzerine kurulmuştur. Arazinin %65’i orman,%30’u ekili
alan ve %5’i çayır ve meralardır.
Biri Merkez
olmak üzere 3 belediye, 29 köyü bulunmaktadır. Köylerin 23’ü orman içi veya
orman kenarı köyler olup 6’sı ova köyüdür. Köylerimizin hemen hemen tamamı
toplu vaziyettedir. İlçe merkezi 6, Poyracık Beldesi 5 ve Yayakent Beldesi de 3
mahalleye bölünmüştür.
İlçe uzun süre
Bergama ilçesine bağlı nahiye olarak kaldığından Bergama-Kınık diye tanınmakta
olan ilçemiz son yıllarda büyük bir atılım içine girmiştir. Tarım ürünlerine
dayalı özel sektöre ait 4 salça fabrikası ve 1 kireç fabrikası mevcut olup,
Organize sanayi bölgesi kuruluş çalışmaları tamamlanmış yer yer faaliyet
göstermektedir.
Topraklarının
tarıma elverişliliği ve verimliliği doğu illerindeki vatandaşların ilçeye
özellikle de Poyracık Beldesine gelerek yerleşmelere yol açmıştır. Pamuk ve domates
dönemleri ile orman çalışmaları esnasında da ilçeye 400-500 kişilik bir tarım
işçisi gelmektedir. İlçe merkezinde Köylere Hizmet Götürme Birliği ve Kınık
Belediyesinin katkılarıyla ilçe kütüphanesi açılmıştır.
Poyracık
Beldesinde belediyenin katkılarıyla 1986 yılında bir kütüphane açılmış ve 2005
yılı sonu itibariyle 3115 kitabı bulunmaktadır. Yıl içindeki okuyucu sayısı
1859’dur.Yayakent Beldemizde Belediyenin sağlamış olduğu binada Öztüre
Kireççilik A.Ş. tarafından 1987 yılında Nihat Mithat ÖZTÜRE kütüphanesi,1992
yılında memur yokluğu ve bina sıkıntısı sebebiyle kapanmıştır.
Karadere köyü
sınırları içinde Mamurt adlı yüksek bir tepe üzerine sur ve tapınak kalıntıları
mevcut ise de bu güne kadar herhangi bir araştırma konusu olmamıştır.
İlçemizde Kınık
Haber adına 15 günde bir yayınlanan bir adet mahalli gazete mevcut olup
faaliyetlerine devam etmektedir.
KINIK TARİHİ
ANTİK DÖNEM
İlçemiz Roma
İmparatorluğuna kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olup ilk çağ yerleşim
merkezi olan Gambreion ‘un yerine kurulduğu sanılmaktadır. Güney doğumuzu
kaplayan Karadere Ormanları içindeki Mamurt Kale -Kibele Tapınağı ile bazı
kalıntılar tarihinin çok eskiye uzanışının kanıtıdır.
TÜRK HAKİMİYETİ DÖNEMİ
İsmini Oğuz
Türkleri‘nin Bozoklar Kolunun Kınık Boyu’ndan almaktadır.
İlçe 1330
yılında Osmanlı Devleti’nin idaresi altına girmiştir.1820 ye kadar bir köy
konumunda zaptiye teşkilatı ile idare edilmiştir. Kınık 1864'te
Balıkesir,1875'te Manisa 1879 yılında da İzmir’e bağlanmıştır. 1910 yılında
Bergama ilçesine bağlı bucağa dönüştürülen ilçe Kurtuluş Savaşı yıllarında bir
süre Yunan işgaline uğramış,13 Eylül 1922 de ise düşmandan tamamen
temizlenmiştir. İlçede belediye teşkilatının kuruluş tarihi 1938 dir.
Cumhuriyetten
sonra Bergama'ya bağlı nahiye iken 1948 yılında ilçe olmuştur. Kınık'ın tarihi
Roma imparatorluğuna kadar uzanmaktadır.
CUMHURİYET DÖNEMİ
13 Eylül 1922
tarihinde düşman işgalinden kurtarılan Kınık 1948 yılında ilçe olmuştur. İlk
Kaymakam olarak İzmir maiyet memurlarından Abdurrahman ÜLKÜER atanmıştır. O
dönemde ilçede sağlık ve adliye teşkilatı kurulmamıştır. Aynı gün nüfus idaresi
faaliyete geçmiştir. İlçenin 1923 nüfus durumu merkez ile toplam 34 köyünün
nüfusu 34843 kişi idi. Cumhuriyetin
ilk yıllarında verimli tarım arazisine (Bakır çay ovası) sahip olan ilçe nüfusu
tarıma dayalı ekonomisini geliştirme konusunda çaba harcamıştır. 1967 yılı
verilerine göre 4700 aile tarımla uğraşırken 1973 verilerinde aile ziraatı
yerine tarımda makine ziraatine geçilmesi sonucu bu sayı 3210 olarak gerçekleşmiştir.
KARADERE KÖYÜ (MAMURT KALE-KYBELE)
Kınık tarihi
üzerine yapılacak her araştırmada Karadere köyünün önemi vardır. Yund Dağının
en tüksek noktası olarak görülen 1084 metre yükseltide, bu gün Mamurt tepe diye
bilinen yerde Kınık Tarihi başlamaktadır. Bu bölgede Cilalı Taş Döneminden
kalma yeşil (Nefrit ) taştan yapılmış bir balta bulunmuştur. Gümüşova
seramikleri Truva 1 ve Truva 2 kültürlerine benzemesi dikkat çekicidir.
Karadere Mamurt Kalede aralarına çamur konarak yapılmış taş temeller Kalkolotik
ve Bakırçağ kültürüne örnek olarak gösterilmektedir. Aynı özellikleri taşıyan
bina temelleri Yayla köy,Kınık ve Kocaömer köyü arasında kalan küçük tepede
izleri görülmektedir. Bugün Mamurt Kale olarak bilinen yerde sur duvarları
yıkıntıları arasında dorukta Kibele Tapınağı kalıntıları bulunmaktadır. Büyük
kesme granit parçalar, büyük gövdeli sütunlar, sütun ayakları alınlık parçaları
yıkıntı halinde durmaktadır.Mermer olan birçok parça çevredeki köylerde yaşayan
kişiler tarafından binaların temelleri için yerlerinden alınıp götürülmüştür.
Diğer parçalar çok ağır olmaları nedeniyle bulundukları yerlerde korunmuştur.
Bölgeye ulaşımın zor olması parçaların yerinde kalmasını sağlamıştır buna
rağmen birçok parça eksik ve kayıptır Strabon, Coğrafya adlı eserinde bölgeye
Aspordene adını vermektedir. Ana tanrıça tapkısının bulunduğu dağ diye Yund
dağının en yüksek noktasını Mamurt Kale’deki Kibele Tapınağını işaret
etmektedir. Karadere Mamurt Tepe’deki Kibele Tapınağı Yunt dağının zirvesinde
doğal korumada üzeri kayalık ve çevresi meşe ormanlarıyla kaplı bir alandadır
Tapınak granit taşından dorik sütunlu ve büyük kesme kütle taşlardan harçsız
olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Mamurt Kibele Tapınağı M.S. 17 depreminde
yıkıldığı sanılmaktadır.
Mamurt Kaledeki
Kibele Tapınağı bereket tanrıçası Kibele adına yapılmıştır. Bu tapınağı
korumakla görevli olanlar kadınlardı, bu kadınlara Amazon deniliyordu. Kybele
kutsal mekânları, genelde dağlarda inşa edilmiş ve Tanrıçanın, tatlı su
kaynaklarının yakınındaki çıplak yarlarda ikamet ettiğine inanılmıştır.
Kybele'nin, anneleri ve çocukları, hastalıklardan koruduğuna inanılmaktadır.
Gambrion
döneminde ise Kınık’ın merkezi günümüzde Bodrumbaşı mahallesinin üst tarafında
bulunan Kuşkaya mevkiindeydi. Yerleşim yeri hem ovaya hâkim hem de güvenliydi.
Osmanlı Döneminde de yerleşim özellikle bu alana kurulmuştu, zaman içerisindeki
nüfus artışı Kınık’taki yerleşimi ovaya doğru kaydırmıştır. Perslilerin kurduğu
Satraplık’tan sonra M.Ö.334 yılında Büyük İskender’in bu bölgeye gelmesi ve
Helenistik dönemin başlamasıyla Kınık yerleşim açısından önemli gelişmeler
sağladı. Bergama Krallığının Kınık’ın gelişmesi üzerindeki etkisini göz ardı
etmemek gerekir. Kınık Karadere Köyündeki görkemli Kybele (Sibel Tapınağı)
Tapınağının yapımını Bergama Kralı Philetairos’a (M.Ö.281-263) borçludur.
Bergama Heykel Okulunda yetişen birçok genç sanatçının Kınık’ta yaptığı eserler
günümüze kadar ulaşamasa da bölgemize önemli katkıları olmuştur. Günümüzde bir
tanesi ayakta kalan Hasar bölgesindeki su kemeri yine o dönemlerde yapılmıştır.
Kınık’ın Palea-Gambrion’u içinde barındırdığını söylemek yanlış olmaz. Gambrion
kenti her ne kadar Poyracık’ın üstündeki tepelerde kurulmuş olsa da daha sonra
genişleyerek bu günkü futbol sahası ve yeni kurulan sanayi sitesini de içine
alacak şekilde yayılma göstermiştir.
Gambrion kenti
sırtını yasladığı Yunt dağlarından elde edilen kömür ve demir madenleri
sayesinde maden işçiliğini geliştirmişti. Bu gün Yayla köy olarak bildiğimiz
yer civarından kömür, Kocaömer köyü civarından gümüş çıkarılıyordu. Madenleri
iyi bir şekilde değerlendiren Gambrion’lular ürettikleri ürünleri dışarıya
pazarlıyorlardı. Gambrion da altın işçiliği de ileri bir düzeye gitmişti, altın
madeninin Kalarga (Bergama-Dikili yol çatısındaki tepe) veya daha yakın bir
altın madeninden elde edildiği bir gerçektir. Bu madenler önceleri Lydia
krallığı tarafından işletiliyordu. Perslilerin bölgeyi işgal etmesinden sonra
madenler Perslilerin eline geçmiştir. Persliler uzunca bir süre bu bölgede
kalmışlar ve bir satraplık kurmuşlardır. Eratrai (çeşme) tiranı Gonglyus Pers
kralının soyundan bir kadınla evlenince Gambrion ve Palae-Gambrion Gonglyus’a
damatlık hediyesi olarak verildi.Bu olaydan sonra Gambrion damat yeri olarak
isim değiştirdi.Gambrion’un asıl adı Cambre veya Kandaura idi.Perslilerin
güdümünden kurtulmak için Gambrion halkı daha sonraları Spartalıların safına
geçmişlerdir.Gambrion şehri ilk elektron sikkeleri (altın-gümüş karışımı madeni
para) M.Ö. 400 yıllarında basmışlardır. İlk basılan elektron sikkeler Gambrion’un
zenginliğini ve maden işçiliğindeki ilerlemenin boyutlarını bize göstermesi
açısından önemlidir. Daha sonraları gümüş, bronz ve bakır sikke basımına
gidilmiştir. Gambrion zenginliğini sadece ticaretle sağlamıyordu. Bölgenin
toprakları dünyanın en verimli ovalarından birisi olan Bakırçay havzasının
içindeydi.
BEŞİKTAŞ
TEPESİ
Beşiktaş tepesi
Kınık’ı en yüksek noktadan gören ve tarihi izleriyle bizlere geçmişten önemli
ipuçları bırakma özelliğiyle önemli bir yere sahiptir. Beşiktaş Tepesi ismini
tepenin bebek beşiğine benzetilmesi nedeniyle almıştır. Beşiktaş Tepesi
üzerinde bulunan iki mağara nedeni ile bir çok hikâye ve söylenceye konu
olmuştur. Beşiktaş tepesinin kuzey cephesi Kınık’a ve ovaya güney cephesi ise
Yunt dağlarına ve geniş otlak alanlarına bakmaktadır. Günümüzde özellikle
küçükbaş hayvanlardan olan keçi sürüleri Beşiktaş tepesinin güneye bakan
cephesinde geniş otlak alanlarından faydalanmaktadır. Beşiktaş tepesinin
Kınık’a bakan tarafı oldukça sarp ve dik kayalıklara sahiptir, bu durum tepeye
doğal bir koruma sağlamaktadır. Tepenin güney tarafında ise Doğu-Batı uzantılı
ve tepeyi tamamen koruyacak şekilde sur duvarlarıyla çevrilmiştir. Tepenin bu
kadar korunaklı hale getirilmesi bu yerin önemini ortaya koymaktadır. Beşiktaş
tepesinden Bergama ve tüm Bakırçay ovası rahatça gözlemlenebilmektedir. Tepenin
çok eski yerleşim yerlerinden birisi olduğu kesindir. Bölgeden ele geçen sikke,
seramik parçaları ve diğer objelerden anlaşıldığı kadarıyla Gambrion, Bergama
Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Beşiktaş
Tepesi de yağmalanmadan nasibini almıştır, Altın bulma umuduyla insanlar tepede
bulunan bina temellerini altüst etmişlerdir. Bu talan hala devam etmektedir.
Tepedeki surların ne zaman yıkıldığı tam olarak bilinmiyor, büyük bir
olasılıkla büyük bir depremde zarar görmüş ve tekrar onarılamamıştı. Tepenin
korunaklı hale getirilmesi büyük ihtimalle Pers saldırılarından kaçan ve
kendilerini korumaya çalışan Yunan kolonilerinde yaşayan insanların emeğinin
eseridir. M.Ö. 7.Yüzyılda Yunan kolonileri buralarda küçük yerleşim bölgeleri
oluşturmuşlardı. M.Ö. 5.Yüzyılda İran kökenli Pers kralı 1.Dara zamanında bu
bölgeye önemli akınlar düzenlendi, sömürgeci ve köleci bir yapıya sahip olan
Pers baskısından kendilerini korumaya çalışan insanlar Beşiktaş tepesi gibi
dağlık alanlarda savunma noktaları oluşturdular. Ne var ki bu savunma noktaları
kısa bir süre sonra Persliler tarafından kırıldı ve bölge tamamen Pers
hâkimiyetine girdi. Zaman zaman ayaklanan ve bağımsızlıkları için mücadele
veren bölge halkı İskender’in bölgeyi Perslilerden temizlemesine kadar geçen
200 yıllık bir süre içerisinde büyük baskılar altında ezilmişlerdi.
Beşiktaş
Tepesinde bulunan iki mağaradan bir tanesi doğal diğeri de insan yapımıdır.
Tepenin üzerinde bulunan mağara insan yapımı olup şu an göçük durumdadır.
Girişi kapalı olan bu mağaranın suçluları hapsetmek için veya erzakların
saklandığı yer olarak kullanılması olası bir durumdur. Bunun yanında bu
mağaranın Bergama kalesine kadar ulaştığı sadece bir hikâyeden ibarettir ve
gerçeklikle bir ilişkisi yoktur.
HASAR KALE (Kocaömer)
Kocaömer
köyünün alt kesiminden değirmenlerin yanından geçen yol karadere boyunca
ilerler, bu yol takip edildiği zaman Asar denilen bölgeye gelinir. Burada elle
yapılmış izlenimi veren tümülüs görüntüsünde bir tepe vardır, bu tepenin adına
Asar kale denmektedir. Aslı hisar olup Osmanlı döneminde bu adı almıştır,
bilindiği üzere hisarlar gözetleme, savunma noktaları olarak karşımıza çıkar.
Asar tepesinin yüksekliği 475 metredir, tepenin etrafı sur kalıntılarıyla
çevrili durumdadır. Tepenin tam ortasında büyük bir sarnıç bulunur, çapları 2
metreyi bulan dört adet çanak biçiminde kesme taştan ve ortada daha büyük bir
alanda suların toplandığı beş çanaktan oluşur, çanaklar birbirine küçük
kanallarla bağlıdır. Bu sarnıç yüksekte olan kalenin su ihtiyacını karşılamak
için yapılmıştır. Asar tepesinin tarihi geçmişiyle ilgili olarak elimizde
yazılı bir kaynak olmamasına karşın tepenin güney yamaçları gezildiğinde büyük
çaplı bina temellerine rastlanır. Burada bulunan roma ve Bergama sikkeleri,
buranın yetiştirilen zeytinlerin, çıkarılan yağların, şarapların, tahılların
vb. toplandığı yer olduğu, çıkan büyük ebatlardaki küplerden anlaşılmaktadır.
Küpler pişmiş topraktan olup yaklaşık olarak 1,8 metre yüksekliktedir. Toplanan
ürünler kara yoluyla Gambrion’a veya Bergama’ya oradan da deniz kıyısına
aktarılıp, deniz ticareti yoluyla başka ülkelere aktarıldığı ortaya
çıkmaktadır. Karadere Asar tepenin hemen yanından geçmekte ve iki kol bu
noktada birleşmektedir. Karadere’nin asıl adının Luwi dilindeki Kharadra’dan
geldiği sanılmaktadır, Luwi dilinde Kharadra dağdan gelen derin su yatağı
anlamı taşımaktadır. Karadere Junt (Yunt) dağlarının en yüksek yeri olan
Asperdenum (Mamurt Tepe) denilen yerden Asar Tepe’ye kadar çok hızlı biçimde
akar ve Asar Tepe’nin bulunduğu yerde suyun akışı sakinleşir. Daha sonra Kınık
ovası içinde kıvrılarak Bakırçay’a ulaşır.
Asar kalenin
arkeologlar tarafından ilk araştırılması 14 Ağustos 1877 tarihinde
yapılmıştır.”Alter Tümer Von Pergamon “adlı eserde bu gezinin içeriği ve tespit
edilenler anlatılmaktadır. Asar tepesi üç bölümden meydana gelmektedir; En
üstte 1. bölümde düz alanda sarnıç,2. bölümde üstte iç duvar altta dış sur
duvarları ve gözetleme yerleri,3. bölümde eteklerde ise bina temelleri güneye
doğru eğimli arazide bulunmaktadır. Asar tepesine doğu, batı ve kuzey yönünden
çıkmak neredeyse imkânsız gibi görünmekte bu kısımlar Bergama, Kınık ve Soma’ya
doğru tüm ovayı gözetlemeye uygun şekildedir. Buradaki kaleye giriş ve çıkışlar
sadece güney yönünden yapılmakta ve bu yönde kaleye çıkan ancak şu an yerinde
olmayan düzgün köşeli kesme taştan yapılmış bir yoldan bahsedilmektedir. Yol bu
günkü kullanılan yolun aksine tepenin kuzeyinden değil tepenin güneyinden
batısına doğru dolaşarak karaderenin kenarından geçen yolla
birleşmektedir.
Perslerin
Lydia’ya saldırmalarında, Bergama krallığının genişleme ve duraksama
dönemlerinde ve Bizans döneminde Türklere karşı Asar tepesi önemli bir
gözetleme kulesi olma özelliği taşımıştır. Özellikle Bizans döneminde tepenin
iç ve dış kale surları kireç, taş ve tuğlayla örülerek yükseltilmiş ve
sağlamlaştırılmıştır. Horasan denilen bu teknik; kireç, kum, çakıl, saman ve
yumurta kullanılarak meydana getirilmekte ve beton etkisi yapmaktadır. Birçok
Bizans mezarlarının yan duvarları da bu şekilde yapılarak mezarlar güvenli hale
getirilmiştir. Asar tepedeki sur kalınlıkları yaklaşık olarak 5 metre,
yüksekliği de şimdiki ölçülerde 8,5 aslı 10 metre civarındadır. Tepe iç ve dış
surlarla iyi şekilde korunaklı hale getirilmiştir, bu surlardan günümüze pek azı
ulaşabilmiş zaman içerisinde depremler, yangınlar ve doğal olaylardan
kaynaklanan sebeplerden dolayı yıkılmış ve parçalanmıştır.
KINIK HİKÂYELERİ
BEŞİKTAŞ TEPESİ
Beşiktaş
Tepesinde bulunan iki mağaradan bir tanesi doğal diğeri de insan yapımıdır.
Tepenin üzerinde bulunan mağara insan yapımı olup şu an göçük durumdadır.
Girişi kapalı olan bu mağaranın suçluları hapsetmek için veya erzakların
saklandığı yer olarak kullanılması olası bir durumdur. Bunun yanında bu
mağaranın Bergama kalesine kadar ulaştığı sadece bir hikâyeden ibarettir ve
gerçeklikle bir ilişkisi yoktur.
Bu mağaralara
ilişkin birçok hikâye anlatılır. Bunlardan bir tanesi ilgi çekicidir. Hikâyeye
göre Bergama kralı bazı akşamlar gizlice, Midilli atlarının çektiği saf
altından yapılmış arabasıyla bu tünelden geçerek Beşiktaş tepesine geliyor ve
bu tepede yaşayan sevgilisi ile buluşuyordu. Bir zaman sonra bir deprem
sonucunda tünelin Beşiktaş tarafındaki giriş kısmı çöker, kral defalarca
umutsuz şekilde genç sevgilisinin yanına tünelden geçerek ulaşmaya çalışır
fakat başaramaz. Kral son bir kez daha tünelden altından yapılmış arabasıyla
geçmeye çalışırken tünelin iç kısmından bir yer daha göçer, kral arabasını
bırakıp kendisini zorda olsa dışarı atmayı başarır fakat ne yazık ki arabası
tünelde kalır. Kral sevgilisini geceler boyunca bekleyen genç ve güzel kız
sevgilisinin gelmemesine çok üzülür, kendisini kayalıklardan aşağıya atar ve
ölür. Bu olayı öğrenen acılı kral tünelin Beşiktaş tepesi tarafındaki girişinin
iç tarafına genç kız için güzel bir mezar yaptırır. Bir daha sonsuza kadar
açılmayacak biçimde tünelin girişini kapattırır günden bu güne kadar kimse
tünele girmeyi başaramaz.
Kaynak :
“Bilmediğimiz Kınık ve Gambrion” Gürcan İMERT
Fotoğraflar :
Hayrettin Ekin (Foto Renk/Kınık)
KINIK EKONOMİSİ
Sanayi ve Ticaret
Sanayi tarım
ürünlerinin (pamuk, tütün, zeytin) işlendiği atölye ve fabrikalar ilk olarak
1971 yılında kurulmaya başlamış ekonomiye hızlı bir ivme kazandırmıştır. 1990
yılından itibaren özel sektörün çalışmaları sonucunda ve nahiyelerinden olmak
üzere; 4 salça fabrikası 4 çırçır fabrikası, 3 zeytinyağı işletmesi bir adet
mandıra bulunmaktadır. İlçede bulunan öz türe kireççilik ülkenin en modern
tesislerimizden birisidir. Kınık Kocaömer Köyü taş ağıl mevkiine kurulan
organize sanayi bölgesi 18 büyük fabrikadan oluşan önemli bir sanayi
bölgesidir. Tarıma dayalı sanayi kuruluşları olan 8 tekstil fabrikası Kınık
ekonomisine tarım alanında güçlendirecek durumdadır Organize sanayi bölgesinin
planlaması Kınık’ta sanayi sektörünün gelişmesi yönündeki beklentilerin
yeşermesine neden olmuştur. İzmir Valiliği ve Kınık Belediyesinin öncülüğünde
78680 metrekare alan üzerine kurulması planlanan OSB’de alt yapı çalışmaları
tamamlanma noktasına gelmiştir.43 parselin tamamı satılmıştır Tesis yapımı
tamamlanan damper sanayi imalata geçmiş gıda sanayi tesis yapımı da tamamlama
noktasına gelmiştir.
Turizm:
İlçede turizm
hemen hemen hiç yoktur. Turistik tesis, müze ve ören yeri bulunmamaktadır.
Karadere köyü sınırları içinde Mamurt adlı yüksek bir tepe üzerinde sur ve
tapınak kalıntıları mevcut ise de bu güne kadar yörede herhangi bir araştırma
yapılmamıştır.
Bankacılık
Sektörü: İlçe merkezinde iki adet banka şubesi ve 6 banka ATM si mevcuttur.